Sunday, September 7, 2014

Santorini'de... (Santorini guide in Turkish)


























6000'e yakın sayıda olan Yunan Adaları'ndan hangisine gideceğimiz belli olur olmaz, araştırmalara 
giriştim. Kimi Santorini için çok "turistik" diyordu, kimi çok "pahalı", kimisi de çok "romantik". 
Aslında hepsinin ve hiçbirinin olmadığını gördüm. İnsan tatiline dilediği gibi şekil verdiği sürece, 
meğer gittiğin yer de istediğin gibi şekilleniyormuş. Hem en turistik yerini gördük bu adanın, hem en 
sakin köy yerlerini, hem çok ucuz esnaf lokantalarında yedik, hem de pahalı tavernalarında... Bazen 
turuncu gün batımıyla romantik olan ada, bazen çok eğlenceli ve çok çılgın olabiliyordu. Kısacası 
kafamıza göre şekillendirdiğimiz Santorini gezimizi aldığım tüm notlardan kopya çekerek, işte 
burada aktarıyorum.
























Ada, meşhur yanardağ Caldera'ya bakan kısımlarını sayarsak; 4 uç noktadan oluşuyor. En turistik ve 
gün batımının en iyi izlendiği söylenen Oia köyü, kısmen daha sakin olan Imerovigli, havaalanına 
en yakın olan hareketli Fira ve en son olarak da Akrotiri. Biz nasılsa Oia'ya gezmeye gideriz 
diyerek, daha sakin bir tatil tercih ettiğimizden Imerovigli'yi seçtik ve çok da memnun kaldık. Eğer 
aradığınız biraz sakinlik ve lüks ise; Imerovigli doğru tercih. Otel seçimlerine ise alt paragraflarda 
değineceğim.


Aklınızda Bulunsun!


























- Öncelikle şunu unutun: "Ada değil mi her yere yürüyerek gideriz, olmadı taksiye atlarız." Hayır işte 
düşündüğünüz gibi değil, çünkü ada sandığınız gibi yürümeye uygun değil; oldukça yamaçlı, yollar 
trafikli ve bir köyden diğerine yürümek için oldukça uzun. Taksilerin ne kadar pahalı olduğundan 
bahsetmiyorum bile. Bu yüzden yapacağınız en doğru şey; ya bir motor, ya bir küçük araba, ya da 
atv kiralamak. Atv biraz fazla gürültülü olduğundan, bence eğer motor ehliyetiniz varsa bir scooter 
kiralamak ya da park yeri açısından Smart gibi bir araba kiralamak mantıklı olacaktır. Biz 4 günlük 
bir scooter kiraladık (4 günlüğü 75 Euro) ve oldukça memnun kaldık. Onunla tüm civar yerlere de 
gittik.
- Birazdan yazacağım mekanların isimlerine, adreslerine kolaylıkla Apple uygulaması olan City 
Maps 2Go; yeni adıyla Ulmon haritaları üzerinden ulaşabilirsiniz. Ya da Foursquare...
- Geceleri serin ve rüzgarlı olabiliyor, yanınıza muhakkak uzun kollu bir şeyler alın.
- Mümkünse feribotla gitmeye çalışın Santorini'ye çünkü "Santorini Havaalanı" bugüne kadar 
gördüğüm en kötü, en sorunlu ve en yavaş havaalanıydı.

- Deniz ve plaj konusunda ısrarcıysanız siyah kum, beyaz kum ya da kırmızı kumlu sahiller 
arasından seçim yapmalısınız. Güneydeki plajların daha iyi olduğu söyleniyor. Yani Caldera 
yanardağını görmeyen diğer tarafta yer alan plajlar... Biz Kamari plajına gittik yalnızca; şemsiyeler, 
şezlonglar gayet iyi durumdaydı. Denizi ise temiz ama biraz koyu renkteydi.

Otel Mevzusu






















Santorini'deki otellerin hemen hemen hepsi gayet iyi durumda ve konforlu. Tabii nasıl bir konfor ve 
nasıl bir ortam aradığınıza göre de seçenekler çoğalabiliyor. Biz Oia'yı çok kalabalık olduğu için, 
Fira'yı da çok merkezi ve trafikli olduğu için eledik ve Imerovigli'deki otellere baktık. Bunlar 
arasından da, hem stili hoşumuza giden, hem infinity pool'u olan, hem de 20 odalı olduğundan çok 
kalabalık olmayacak olan oteli Chromata'yı seçtik. Ne kadar erken ayırtırsanız, bu otelin fiyatları o 
kadar avantajlı oluyor ama genel olarak; günlüğü kahvaltı dahil 500 Euro'dan başlıyor. Diğer oteller 
de yaklaşık 150 Euro'dan başlıyor ve üst sınırı en yukarılara doğru gidebiliyor. Daha ucuz bir 
konaklama istiyorsanız; Airbnb'ye ve pansiyon tipi yerlere bakabilirsiniz.

Şarap Almadan Dönmeyin!

Şarap konusunda en önce sizi uyarmak istediğim nokta; muhakkak aldığınız şarapları (eğer sayısı 
ikiyi geçiyorsa) vakumlu bir pakete koydurun. Havaalanında sorun çıkarabiliyorlar. Bize çıkardılar 
ve şaraplarımızın bir kısmını ne yazık ki havaalanının ruhsuz çöpleri arasında bırakmak zorunda 
kaldık. 
Sigalas şarap tadımı yaparak satın alabileceğiniz "adanın en iyisi" diye geçen şarapların satıldığı bir 
şaraphane. Buradan sahibi Sigalas'ın bağlarında ürettiği "dry" kırmızı şaraplardan aldık. Fiyatlar 6 
euro ile 30 euro arasında değişiyor. Eğer siz de tadım yapmak isterseniz burasını tavsiye ederim. 
Şarap her yerde karşınıza çıkan ve kolaylıkla alabileceğiniz bir yerel ürün fakat tadım yaparak 
almayı isterseniz Sigalas'a muhakkak uğrayın. Şaraba çok ilgiliyseniz ve tüm süreç hakkında bilgi 
edinmek istiyorsanız şarap müzelerine de uğramak zevkli bir aktivite olacaktır.

 Imerovigli - Dar Sokaklar, birbiri ardına lüks oteller ve huzur























Birçok insanın aksine; Oia değil Imerovigli oldu adanın en sevdiğim kısmı. Burada manzara süper, 
tam karşınızda yanardağ var. Çok sayıda olmasa da birbirinden güzel tavernalar ve restoranlar var. 
Bir de daha önce de dediğim gibi, Oia'ya göre çok daha sakin ve huzurlu.


Anestis: Yunanistan'ın ev yemeklerini merak ediyorsanız, bu "esnaf lokantası" tarzındaki restorana 
bir öğlen yemeği için uğramalısınız. Saganaki'si (kızartılmış hamur ve peynir) ve domates soslu 
köftesi hem çok lezzetli, hem de fiyatı uygun.

Aegeon: Tam deniz kenarında yer alan bu restoran, Imerovigli turistlerinin en çok tercih ettiği 
mekanlardan biri. Şişede gelen beyaz şarabı ve yerel yemekleri lezzetli. Daha çok "grill" tarzında 
yemek çeşitleri var ama tzatziki (katı cacık) ve peynirli mezeleri de mevcut.

Anogi: Deniz görmemesine rağmen, ortamı en güzel olan tavernalardan biri. Yalnız gitmeden 1 gün 
önce rezervasyon yaptırmayı unutmayın çünkü hep çok kalabalık. Midye, karides, ahtapot yani deniz 
ürünleri sevenlerin aklında olsun.

Bella Thira: Kareli örtülü masalarından ve Imerovigli'nin tam ortasında yer almasından dolayı 
kanımızın hemen kaynadığı bir taverna. Mezelerin çeşitliliği çok değil ama midyeli yemekleri güzel. 
Ayrıca spagetti ve güveç yemekleri de tercih edilebilir.


Mezzo: Deniz kenarında yer alan bu kafe/restoranda isterseniz bir akşam üstü gün batımında 
şarabınızı yudumlamaya gidin, ister sislerin yeni dağıldığı bir saatte kahvaltıya, ya da akşam 
yemeğine... Ortamı, yemekleri ve manzarası çok güzel. Kuzu eti ve karides yemeği en çok sevilen 
yemekleri arasında.

"Biraz merkezden uzaklaşıp, macera yaşamanın zamanı!" diyorsanız...


























Eğer biraz spontane takılmak istiyorsanız, biraz da her yerde fotoğraf çeken ada turistlerinden 
kaçmak; yapacağınız şey motorunuza veya arabanıza atlayıp en tepelere, üzüm bağlarının çevrelediği 
küçük köylerin oralara gitmek. Sonra da farklı bir yol izleyerek, denizin kenarına kadar inin, 
göreceksiniz ki adanın size o esnada hissettirdiği ruhu her şeye bedel. Biz bu spontane gezileri 
gerçekleştirirken, Apple uygulaması olan City Maps 2Go; yeni adıyla Ulmon haritalarından 
yararlandık. Bu haritanın en güzel yanı; bir kere online olarak girdikten sonra, offline olduğunuz her 
anda nerede olduğunuzu harita üzerinde göstermek.


Şunu söyleyebilirim ki; normalde hep gideceğim yere odaklanan bir insan oldum. Santorini'nin 
yollarında ilerlerken ise yolda gördüklerim, gittiğim yerlerden daha fazla aklıma kazındı. Şarabını 
açıp masasına kurulan aileler, gün batımını izleyen sevgililer, bahçesini eşeleyen yaşlı bir teyze, el 
sallayan yaşlı bir amca, oyuncaklarıyla yıkık otoparklarda oynayan çocuklar gördüm. Motorun 
üzerindeyken esen rüzgar, gökyüzünün mavi ve turuncu arasındaki rengi ve şarap müzelerinden 
gelen şarap kokuları beni mutluluk sarhoşu yaptı.

























Tepelere kadar çıkıp hem manzaraya üst bir noktadan baktık, hem de rüzgarın da bizi 
hızlandırmasıyla beraber, birkaç saat içinde ismini duymadığımız ufak köylerin arasından geçtik. En 
sevdiklerimden biri; Pyrgos oldu. Bu köyün meydanında ufak bir kahvesi var; ismi Kantouni
Çınara benzer ağaçların altında dedeler iskambil oynuyor, kahve içiyor; hani şu Türk mü, Yunan mı 
diye tartıştığımız bol telveli kahveden. Kafenin sahibi yaşlı bir teyze, sanki bir genç kız enerjisiyle 
oradan oraya koşturuyor. Bu kahvede oturun, soluklanın. Dinlenince de, hemen yanında yer alan 
Brusco Winery Cafe and Deli'ye gidin. Burada, şaraplar, doğal ürünler ve şarküteri ürünleri 
satılıyor. Oturup, tadabilirsiniz de. Sızma zeytinyağı ve capari dolu şişelerinden gözümü alır almaz 
buradan çıkıyoruz ve motorumuzu bu defa da maviliklere sürüyoruz.

Megalochori Köyü - Kilise çanlarının arasında, mavinin biraz ilersinde...


























Neo klasik binaların yer aldığı, tam ortasında kilise çanlarıyla bana sanki eski bir Yunan filmi 
setindeymişim hissini veren sımsıcak bir köy burası. Çevresindeki üzüm bağlarının etrafından 
dolanarak, uzun daracık bir yoldan geçerek aniden yolumuz bu köye çıkıyor. Biraz daha gidince 
maviye, denize varacağız. Ama bu köyde uzunca bir süre takılı kalıp, fotoğraflar çekiyoruz, biraz da 
nostalji yaşıyoruz. 


































Geçmişi 17. Yüzyıla dayanan Megalochori, "traditional village" diye anılmasına sebep olan 
bakirliğini ve binalarını aynen korumuş. O zamanlar baronların ve tüccarların yaşadığı köyde, 
Vinsanto şaraplarının ticareti yapılırmış. Günümüzde de bu şarapları bu köyde bulabilirsiniz. Beyaz 
evler, ahşap renkli kapılar, yüksek duvarlar ve küçük avlular burayı özel kılmaya yetiyor. Meydanına 
geldiğinizde, "tavli" yani tavla oynayan amcaları, şaraplarını yudumlayan birkaç turisti ve her yarım 
saatte bir çalan büyük bir kilisenin çanlarını görüyorsunuz. 6 adet çanı bulunan çan kulesine bakınca, 
1600'lü yıllarda gibi hissediyorum kendimi, sonra elime analog makinemi alıp bir fotoğraf 
çektiğimde günümüze aniden geri geliyorum.


























Plaka ve Thermi plajlarına (arabayla gitmek zor anca yürüyerek) yakın bu köyün sokakları arasında 
bir adet takıcı ve bir de "cooking class" workshop'u veren bir küçük mekan dikkatimi çekiyor. Bu 
mekanın adının "Raki" olduğunu öğreniyorum. Eskimiş ahşap masalarına oturup, ev yapımı patates 
kızartması ve yine ev yapımı ekmeğinden yiyoruz.

Hemen yan tarafta; Ilios & Petra adında modern görünümlü bir taverna var. Gidilmeye hatta 
mümkünse bir akşam burada geçirilmeye değer.

Oia - Zamanın Hızla Aktığı Köy


























Oia'ya ilk kez adımımı attığımda zemindeki grili beyaz taşlardan, denizin manzarasından ve 
çevredeki evlerin balkonlarına dizili kaktüs saksılarından bir anda büyüleniyorum. Sonra şunu fark 
ediyorum; eğer Oia'nın sadece ana sokaklarından yürümeye kalkarsanız uzun turist gruplarının 
kuyruğuna takılarak, yürürken biraz daralabilirsiniz. Bu köy Santorini'nin en popüler ve en turistik 
kısmını oluşturuyor. Bu nedenle arka sokaklarında kaybolmak, daracık geçitlerden geçerek evleri 
incelemek, bir nebze de olsa kalabalıktan sıyrılmanızı sağlıyor. 


























Atlantis Bookshop: Oia'nın şüphesiz en sevdiğim yeri oluyor. Küçük bir kitap cenneti Atlantis'e 
adımınızı attığınızdan itibaren kendinizi çok farklı bir ortamda buluyor, Oia'nın genel atmosferinden 
biraz uzaklaşarak, birkaç farklı ülkeye aynı anda gidip gelmiş gibi hissediyorsunuz. İç mimarisi de 
bir o kadar dikkatimi çekiyor; her yer kitaplarla bezeli, tavanda bir boşluk var ve o boşluk aslında 
kitapçının gün batımlarının izlenebildiği terasına çıkıyor. Birkaç adet yatak da dikkatimi çekiyor, 
aynı Paris'in Shakespeare and Co'su gibi... Buradan "On The Road" alıp, kendimi yollarda hissetmek 
için çok tatlı bir kafeye doğru yol alıyorum ve orada Santorini'ye dair yol yazıları yazıyorum. 

































Meteor Cafe: Az önce bahsettiğim o "çok tatlı kafe" burası. Oia'nın geneli hep çok turistik ve kalabalıkken kafamızı dinleyebileceğimiz tek sakin yer bu kafe oluyor. Arkada birbiri ardına Jazz tınıları devam ederken, gün batımının turunculuğu kafenin aynalarına yansıyor ve buz gibi bir bira da buna eşlik ediyor. Ayrıca burada ev yapımı pasta ve kekler de mevcut fakat ben birkaç bira içmeyi ve dışarıdaki çılgın kalabalığın aksine sakin olan bu köşede saatlerce oturmayı tercih ediyorum. Küçük balkonuna çıktığımda gün batımına bir kez daha hayran kalıyorum ve Oia'yı daha çok sevmeye başlıyorum.

Skiza Cafe: Terasından gün batımını seyredebileceğiniz, lezzetli aromalı dondurmalar 
yiyebileceğiniz ve kahve içebileceğiniz sakin bir diğer kafe. Üst katı daha çok tercihim olan bu 
mekandan dışarıdaki akışa baktığınızda göreceğiniz görüntüler arasında mavi çatılı meşhur kilisenin 
merdivenlerine dizilmiş fotoğraf çekmek için yarışan insanlar, yavaş adımlarla dans eden güneş, 
otellerinin teraslarında şaraplarını yudumlayan insanlar ve git gide dolmaya başlayan restoranlar yer 
alıyor. Çilekli ve vanilyalı dondurmamızdan yedikten sonra gündüz ayırttığımız minimal dekorlu 
taverna Melitini'ye doğru yol alıyoruz.

Melitini: Melitini gördüğümüz ve bulunduğumuz diğer tavernalardan çok farklı. Menüsünde çok 
seçenek yok, seçenekte yer alanlar da porsiyon olarak küçük tabaklarda geliyor. Yine de gelen 
yemekler çok lezzetli ve görünümünün aksine çok doyurucu. Dekoru sade ama belirli bir konsepte 
sahip. Öncelikle fava, peynir tabağı ve küçük bir alüminyum sürahide ikram edilen beyaz şarabından 
söylüyoruz. Sonra da birkaç deniz ürünü. Özellikle de sirke soslu ahtapotunu çok seviyoruz. Ayrıca 
belirtmem gerek ki, eğer "Donkey Bira" denemek isterseniz (üçlü oluyor yellow-az alkollü, kırmızı-
orta alkollü ve en büyük olan gri-crazy donkey) burada bulabilirsiniz. Bir de mümkünse aşağı katta 
bir yer ayırtın çünkü teras katı epey bir esiyor.

Firostefani - Kıyıda Sıralanmış Restoranlar 

Yamaçta yer alan bir başka bölgeye; Fira'nın güneyine, Firostefani'ye geliyoruz. Burada farklı 
gecelerde iki ayrı restoran deniyoruz ve çok memnun kalıyoruz.


Mama Thira: Hem kapalı, hem de terasta açık alana sahip, lezzetli mezeler bulabileceğiniz çok 
güzel bir lokanta. Sadece meze-ouzo keyfi istediğimiz için, menüden seçim yaparken bu doğrultuda 
hareket ediyoruz. İsmini hatırlamadığım mantarlı peynirli yemeğinden, marmelat soslu peynir 
toplarından ve ahtapotundan oldukça memnun olarak buradan ayrılıyoruz. Tabii ayrılmadan önce de 
biraz yamaç kenarında manzaranın keyfini çıkarıyoruz. 
























Aktaion: Rezervasyon yaptırarak gidilmesi gereken mekanlardan biri. Ayrıca Santorini'de en keyif 
aldığımız taverna. Hem yemeklerinin lezzeti, hem de mekanın atmosferi bizi çok tatmin ediyor. 
Burası 1922'de kurulmuş bir aile işlemesi. Zaten duvardaki resimlerden ve kartpostallarından da 
hikayesini anlıyorsunuz. Daima kalabalık olduğundan; istediğiniz masayı rezerve ettirirken hangi 
masayı istediğinizi belirtmeniz de fayda var. Biz yarım ay şeklindeki balkonunu çok sevdik ama 
içerisinin de çok samimi ve tarihi bir havası var. 
Tatlı soslu, bademli cholori peynirli başlangıcından ve favasından yiyoruz. Ouzolu ve sütlü 
ahtapotundan da istiyoruz. Bir de Greek Salad diye geçen çoban salatasına benzeyen ama buna ilave 
olarak peynir ve capari içeren bir salata yiyoruz. Üstüne de dondurmalı mus tatlısından... Burası 
şüphesiz menüde yer alan tatlarıyla ve atmosferiyle en çok kalbimizi kazanan taverna oluyor.

Muhteşem bir gün batımı ve lezzetli kokteyllerin adresi: Katharos Lounge

























Rakılı kokteyllerine bayıldığım, gün batımının en yakından görüldüğü, kayalıklar arasına gizlenmiş 
çok özel bir yer Katharos Lounge. Arkadaşımın tavsiyesi üzerine motorumuza atlıyoruz ve gizli 
kalmış bu cennetvari mekanı keşfe gidiyoruz.
Gitmişken, yamaca gizlenmiş merdivenlerden inip bakir deniz kenarına da inebilirsiniz Ama plaj, 
şezlong, şemsiye beklemeyin... Ayrıca deniz dalgalarının sesi eşliğinde, bar kısmında oturup "böyle 
bir gün batımı daha önce görmedim" diyebileceğiniz anlar yaşayabilirsiniz.  Pineapple Rakini, 
Orange Rakomelo Cocktail kokteyllerini turuncu bir gün batımı eşliğinde içmenizi tavsiye ederim. 
Her ikisi de rakı ile yapılıyor.
























Bir gün önceki gün batımını Santa Maria Kilisesi yanında karşılarken (bir tek biz vardık, etraf 
sakindi ve güneş karşımızda git gide yitiyordu), bir diğer günde bu mekanda kokteyller eşliğinde 
karşılıyoruz derin turuncuyu. Şunu anlıyorum; gerçekten de hayatımda gördüğüm en güzel gün 
batımları burada, Santorini'de!

Motorun üzerinden geçerken sayısız üzüm bağlarına, zeytin ağaçlarına, oradan oraya koşan 
köpeklere ve motorla yanımızdan geçen insanlara bakıyorum. Santorini'deyim, rüzgar arkamızda, 
güneş batıda ve volkanik dağlar solumuzda kalıyor. Gördüğüm görüntüleri kaydetmeye çalışıyorum 
kafama. Hepsi birer fotoğraf gibi, her kare huzur dolu. Bir kısmı siliniyor, bir kısmı da asla 
gitmeyecek şekilde gözümün önünde yerlerini alıyor. Zeytin ağaçları kusursuz ve milliyetsiz 
duruyor. Hakkında "bize mi "onlara" mı ait acaba?" diye tartışarak yılları geçirdiğimiz kahveden, 
rakıdan, baklavadan ve cacıktan daha gerçekler. Tatları yok, ırkları yok, isimleri yok. Yalnızca 
zeytin ağacı hepsi. Aralarında fısıltı ile konuşuyor gibiler, rüzgar da onlara eşlik ediyor.

Son gece motor üzerinde yol alırken, bu adayı çok özleyeceğimi düşünüyorum ve biraz 
hüzünleniyorum. Kafamda şu sözler belirmeye başlıyor: "Gün olur, alır başımı giderim, denizden 
yeni çıkmış ağların kokusunda. Şu ada senin, bu ada benim, yelkovan kuşlarının peşi sıra"...


5 comments:

  1. oh my goodness these pictures literally took my breath away. i would love to see this place in person.. one day.. one day :)

    ReplyDelete
    Replies
    1. Hi Jane, you shoul do this! I am sure that you're gonna love Santorini, even Piri might enjoy :)

      Delete
  2. Yazıdan mutlu zaman geçirdiğiniz ortada, ne güzel.

    Daha önce Donkey Beer'i hiç duymamıştım, tadını tarif edebilir misiniz?

    ReplyDelete
    Replies
    1. Tadı biraz acımsı :) Nasıl tarif edeceğimi pek bilemedim, sanırım hepsini denemek gerek anlamak için, 3 çeşidi var çünkü.

      Delete
  3. Amazing pictures Deniz! I was very looking forward to see your honeymoon adventures in the blog :) Santorini is breathtaking. Btw, love the one with the motorcycle rear mirror (Did you rent it to travel around the island?)

    ReplyDelete

Thanks for sharing your thoughts with me!

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...