6000'e
yakın sayıda olan Yunan Adaları'ndan hangisine gideceğimiz belli olur olmaz,
araştırmalara
giriştim. Kimi Santorini için çok "turistik" diyordu,
kimi çok "pahalı", kimisi de çok "romantik".
Aslında
hepsinin ve hiçbirinin olmadığını gördüm. İnsan tatiline dilediği gibi şekil
verdiği sürece,
meğer gittiğin yer de istediğin gibi şekilleniyormuş. Hem en
turistik yerini gördük bu adanın, hem en
sakin köy yerlerini, hem çok ucuz
esnaf lokantalarında yedik, hem de pahalı tavernalarında... Bazen
turuncu gün
batımıyla romantik olan ada, bazen çok eğlenceli ve çok çılgın olabiliyordu.
Kısacası
kafamıza göre şekillendirdiğimiz Santorini gezimizi aldığım tüm
notlardan kopya çekerek, işte
burada aktarıyorum.
Ada,
meşhur yanardağ Caldera'ya bakan kısımlarını sayarsak; 4 uç noktadan oluşuyor.
En turistik ve
gün batımının en iyi izlendiği söylenen Oia köyü, kısmen daha sakin olan Imerovigli, havaalanına
en yakın olan hareketli Fira ve en son olarak da Akrotiri. Biz nasılsa Oia'ya gezmeye gideriz
diyerek, daha sakin bir tatil tercih ettiğimizden Imerovigli'yi seçtik ve çok
da memnun kaldık. Eğer
aradığınız biraz sakinlik ve lüks ise; Imerovigli doğru
tercih. Otel seçimlerine ise alt paragraflarda
değineceğim.
Aklınızda Bulunsun!
-
Öncelikle şunu unutun: "Ada değil mi her yere yürüyerek gideriz, olmadı
taksiye atlarız." Hayır işte
düşündüğünüz gibi değil, çünkü ada sandığınız
gibi yürümeye uygun değil; oldukça yamaçlı, yollar
trafikli ve bir köyden
diğerine yürümek için oldukça uzun. Taksilerin ne kadar pahalı olduğundan
bahsetmiyorum bile. Bu yüzden yapacağınız en doğru şey; ya bir motor, ya bir küçük
araba, ya da
atv kiralamak. Atv biraz fazla gürültülü olduğundan, bence eğer
motor ehliyetiniz varsa bir scooter
kiralamak ya da park yeri açısından Smart
gibi bir araba kiralamak mantıklı olacaktır. Biz 4 günlük
bir scooter kiraladık (4 günlüğü 75 Euro)
ve oldukça memnun kaldık. Onunla tüm civar yerlere de
gittik.
-
Birazdan yazacağım mekanların isimlerine, adreslerine kolaylıkla Apple
uygulaması olan City
Maps 2Go; yeni
adıyla Ulmon haritaları üzerinden
ulaşabilirsiniz. Ya da Foursquare...
-
Geceleri serin ve rüzgarlı
olabiliyor, yanınıza muhakkak uzun kollu bir şeyler alın.
-
Mümkünse feribotla gitmeye çalışın
Santorini'ye çünkü "Santorini Havaalanı" bugüne kadar
gördüğüm en
kötü, en sorunlu ve en yavaş havaalanıydı.
- Deniz ve plaj konusunda ısrarcıysanız siyah kum, beyaz kum ya da kırmızı kumlu sahiller
arasından seçim yapmalısınız. Güneydeki plajların daha iyi olduğu söyleniyor.
Yani Caldera
yanardağını görmeyen diğer tarafta yer alan plajlar... Biz Kamari
plajına gittik yalnızca; şemsiyeler,
şezlonglar gayet iyi durumdaydı. Denizi
ise temiz ama biraz koyu renkteydi.
Otel Mevzusu
Santorini'deki otellerin hemen hemen
hepsi gayet iyi durumda ve konforlu. Tabii nasıl bir konfor ve
nasıl bir ortam
aradığınıza göre de seçenekler çoğalabiliyor. Biz Oia'yı çok kalabalık olduğu
için,
Fira'yı da çok merkezi ve trafikli olduğu için eledik ve Imerovigli'deki
otellere baktık. Bunlar
arasından da, hem stili hoşumuza giden, hem infinity
pool'u olan, hem de 20 odalı olduğundan çok
kalabalık olmayacak olan oteli Chromata'yı seçtik. Ne kadar erken ayırtırsanız,
bu otelin fiyatları o
kadar avantajlı oluyor ama genel olarak; günlüğü kahvaltı
dahil 500 Euro'dan başlıyor. Diğer oteller
de yaklaşık 150 Euro'dan başlıyor ve
üst sınırı en yukarılara doğru gidebiliyor. Daha ucuz bir
konaklama
istiyorsanız; Airbnb'ye ve pansiyon tipi yerlere bakabilirsiniz.
Şarap Almadan Dönmeyin!
Şarap konusunda en önce sizi uyarmak
istediğim nokta; muhakkak aldığınız şarapları (eğer sayısı
ikiyi geçiyorsa)
vakumlu bir pakete koydurun. Havaalanında sorun çıkarabiliyorlar. Bize
çıkardılar
ve şaraplarımızın bir kısmını ne yazık ki havaalanının ruhsuz
çöpleri arasında bırakmak zorunda
kaldık.
Sigalas şarap tadımı yaparak satın
alabileceğiniz "adanın en iyisi" diye geçen şarapların satıldığı bir
şaraphane.
Buradan sahibi Sigalas'ın bağlarında ürettiği "dry" kırmızı
şaraplardan aldık. Fiyatlar 6
euro ile 30 euro arasında değişiyor. Eğer siz de
tadım yapmak isterseniz burasını tavsiye ederim.
Şarap her yerde karşınıza
çıkan ve kolaylıkla alabileceğiniz bir yerel ürün fakat tadım yaparak
almayı isterseniz Sigalas'a muhakkak uğrayın. Şaraba çok ilgiliyseniz ve tüm süreç
hakkında bilgi
edinmek istiyorsanız şarap müzelerine de uğramak zevkli bir
aktivite olacaktır.
Imerovigli - Dar Sokaklar,
birbiri ardına lüks oteller ve huzur
Birçok
insanın aksine; Oia değil Imerovigli oldu adanın en sevdiğim kısmı. Burada
manzara süper,
tam karşınızda yanardağ var. Çok sayıda olmasa da birbirinden
güzel tavernalar ve restoranlar var.
Bir de daha önce de dediğim gibi, Oia'ya
göre çok daha sakin ve huzurlu.
Anestis:
Yunanistan'ın ev yemeklerini merak ediyorsanız, bu "esnaf lokantası"
tarzındaki restorana
bir öğlen yemeği için uğramalısınız. Saganaki'si
(kızartılmış hamur ve peynir) ve domates soslu
köftesi hem çok lezzetli, hem de
fiyatı uygun.
Aegeon: Tam
deniz kenarında yer alan bu restoran, Imerovigli turistlerinin en çok tercih
ettiği
mekanlardan biri. Şişede gelen beyaz şarabı ve yerel yemekleri lezzetli.
Daha çok "grill" tarzında
yemek çeşitleri var ama tzatziki (katı
cacık) ve peynirli mezeleri de mevcut.
Anogi: Deniz
görmemesine rağmen, ortamı en güzel
olan tavernalardan biri. Yalnız gitmeden 1 gün
önce rezervasyon yaptırmayı
unutmayın çünkü hep çok kalabalık. Midye, karides, ahtapot yani deniz
ürünleri
sevenlerin aklında olsun.
Bella Thira:
Kareli örtülü masalarından ve Imerovigli'nin tam ortasında yer almasından
dolayı
kanımızın hemen kaynadığı bir taverna. Mezelerin çeşitliliği çok değil
ama midyeli yemekleri güzel.
Ayrıca spagetti ve güveç yemekleri de tercih
edilebilir.
Mezzo: Deniz kenarında yer
alan bu kafe/restoranda isterseniz bir akşam üstü gün batımında
şarabınızı
yudumlamaya gidin, ister sislerin yeni dağıldığı bir saatte kahvaltıya, ya da
akşam
yemeğine... Ortamı, yemekleri ve manzarası çok güzel. Kuzu eti ve karides
yemeği en çok sevilen
yemekleri arasında.
"Biraz merkezden
uzaklaşıp, macera yaşamanın zamanı!" diyorsanız...
Eğer
biraz spontane takılmak
istiyorsanız, biraz da her yerde fotoğraf çeken ada turistlerinden
kaçmak; yapacağınız
şey motorunuza veya arabanıza atlayıp en tepelere, üzüm bağlarının çevrelediği
küçük köylerin oralara gitmek. Sonra da farklı bir yol izleyerek, denizin
kenarına kadar inin,
göreceksiniz ki adanın size o esnada hissettirdiği ruhu
her şeye bedel. Biz bu spontane gezileri
gerçekleştirirken, Apple uygulaması
olan City Maps 2Go; yeni adıyla Ulmon haritalarından
yararlandık. Bu
haritanın en güzel yanı; bir kere online olarak girdikten sonra, offline
olduğunuz her
anda nerede olduğunuzu harita üzerinde göstermek.
Şunu söyleyebilirim ki; normalde hep gideceğim
yere odaklanan bir insan oldum. Santorini'nin
yollarında ilerlerken ise yolda
gördüklerim, gittiğim yerlerden daha fazla aklıma kazındı. Şarabını
açıp
masasına kurulan aileler, gün batımını izleyen sevgililer, bahçesini eşeleyen
yaşlı bir teyze, el
sallayan yaşlı bir amca, oyuncaklarıyla yıkık otoparklarda
oynayan çocuklar gördüm. Motorun
üzerindeyken esen rüzgar, gökyüzünün mavi ve
turuncu arasındaki rengi ve şarap müzelerinden
gelen şarap kokuları beni
mutluluk sarhoşu yaptı.
Tepelere
kadar çıkıp hem manzaraya üst bir noktadan baktık, hem de rüzgarın da bizi
hızlandırmasıyla
beraber, birkaç saat içinde ismini duymadığımız ufak köylerin arasından geçtik.
En
sevdiklerimden biri; Pyrgos oldu.
Bu köyün meydanında ufak bir kahvesi var; ismi Kantouni.
Çınara benzer ağaçların altında dedeler iskambil oynuyor,
kahve içiyor; hani şu Türk mü, Yunan mı
diye tartıştığımız bol telveli
kahveden. Kafenin sahibi yaşlı bir teyze, sanki bir genç kız enerjisiyle
oradan
oraya koşturuyor. Bu kahvede oturun, soluklanın. Dinlenince de, hemen yanında
yer alan
Brusco Winery Cafe and Deli'ye
gidin. Burada, şaraplar, doğal ürünler ve şarküteri ürünleri
satılıyor. Oturup,
tadabilirsiniz de. Sızma zeytinyağı ve capari dolu şişelerinden gözümü alır
almaz
buradan çıkıyoruz ve motorumuzu bu defa da maviliklere sürüyoruz.
Megalochori Köyü - Kilise
çanlarının arasında, mavinin biraz ilersinde...
Neo
klasik binaların yer aldığı, tam ortasında kilise çanlarıyla bana sanki eski
bir Yunan filmi
setindeymişim hissini veren sımsıcak bir köy burası.
Çevresindeki üzüm bağlarının etrafından
dolanarak, uzun daracık bir yoldan geçerek
aniden yolumuz bu köye çıkıyor. Biraz daha gidince
maviye, denize varacağız.
Ama bu köyde uzunca bir süre takılı kalıp, fotoğraflar çekiyoruz, biraz da
nostalji yaşıyoruz.
Geçmişi
17. Yüzyıla dayanan Megalochori, "traditional village" diye
anılmasına sebep olan
bakirliğini ve binalarını aynen korumuş. O zamanlar
baronların ve tüccarların yaşadığı köyde,
Vinsanto şaraplarının ticareti
yapılırmış. Günümüzde de bu şarapları bu köyde bulabilirsiniz. Beyaz
evler,
ahşap renkli kapılar, yüksek duvarlar ve küçük avlular burayı özel kılmaya
yetiyor. Meydanına
geldiğinizde, "tavli" yani tavla oynayan amcaları,
şaraplarını yudumlayan birkaç turisti ve her yarım
saatte bir çalan büyük bir kilisenin
çanlarını görüyorsunuz. 6 adet çanı bulunan çan kulesine bakınca,
1600'lü
yıllarda gibi hissediyorum kendimi, sonra elime analog makinemi alıp bir
fotoğraf
çektiğimde günümüze aniden geri geliyorum.
Plaka
ve Thermi plajlarına (arabayla gitmek zor anca yürüyerek) yakın bu köyün
sokakları arasında
bir adet takıcı ve bir de "cooking class"
workshop'u veren bir küçük mekan dikkatimi çekiyor. Bu
mekanın adının "Raki" olduğunu öğreniyorum. Eskimiş
ahşap masalarına oturup, ev yapımı patates
kızartması ve yine ev yapımı
ekmeğinden yiyoruz.
Hemen
yan tarafta; Ilios & Petra
adında modern görünümlü bir taverna var. Gidilmeye hatta
mümkünse bir akşam
burada geçirilmeye değer.
Oia - Zamanın Hızla Aktığı Köy
Oia'ya ilk kez adımımı attığımda
zemindeki grili beyaz taşlardan, denizin manzarasından ve
çevredeki evlerin
balkonlarına dizili kaktüs saksılarından bir anda büyüleniyorum. Sonra şunu
fark
ediyorum; eğer Oia'nın sadece ana sokaklarından yürümeye kalkarsanız uzun
turist gruplarının
kuyruğuna takılarak, yürürken biraz daralabilirsiniz. Bu köy
Santorini'nin en popüler ve en turistik
kısmını oluşturuyor. Bu nedenle arka
sokaklarında kaybolmak, daracık geçitlerden geçerek evleri
incelemek, bir nebze
de olsa kalabalıktan sıyrılmanızı sağlıyor.
Atlantis Bookshop: Oia'nın şüphesiz en sevdiğim yeri
oluyor. Küçük bir kitap cenneti
Atlantis'e
adımınızı attığınızdan itibaren kendinizi çok farklı bir ortamda
buluyor, Oia'nın genel atmosferinden
biraz uzaklaşarak, birkaç farklı ülkeye
aynı anda gidip gelmiş gibi hissediyorsunuz. İç mimarisi de
bir o kadar
dikkatimi çekiyor; her yer kitaplarla bezeli, tavanda bir boşluk var ve o
boşluk aslında
kitapçının gün batımlarının izlenebildiği terasına çıkıyor.
Birkaç adet yatak da dikkatimi çekiyor,
aynı Paris'in Shakespeare and Co'su
gibi... Buradan "On The Road" alıp, kendimi yollarda hissetmek
için
çok tatlı bir kafeye doğru yol alıyorum ve orada Santorini'ye dair yol yazıları
yazıyorum.
Meteor Cafe: Az önce bahsettiğim o "çok tatlı
kafe" burası. Oia'nın geneli hep çok turistik ve kalabalıkken kafamızı
dinleyebileceğimiz tek sakin yer bu kafe oluyor. Arkada birbiri ardına Jazz
tınıları devam ederken, gün batımının turunculuğu kafenin aynalarına yansıyor
ve buz gibi bir bira da buna eşlik ediyor. Ayrıca burada ev yapımı pasta ve
kekler de mevcut fakat ben birkaç bira içmeyi ve dışarıdaki çılgın kalabalığın
aksine sakin olan bu köşede saatlerce oturmayı tercih ediyorum. Küçük balkonuna
çıktığımda gün batımına bir kez daha hayran kalıyorum ve Oia'yı daha çok sevmeye
başlıyorum.
Skiza Cafe: Terasından gün batımını
seyredebileceğiniz, lezzetli aromalı dondurmalar
yiyebileceğiniz ve kahve
içebileceğiniz sakin bir diğer kafe. Üst katı daha çok tercihim olan bu
mekandan dışarıdaki akışa baktığınızda göreceğiniz görüntüler arasında mavi
çatılı meşhur kilisenin
merdivenlerine dizilmiş fotoğraf çekmek için yarışan
insanlar, yavaş adımlarla dans eden güneş,
otellerinin teraslarında şaraplarını yudumlayan insanlar ve git gide dolmaya başlayan restoranlar yer
alıyor.
Çilekli ve vanilyalı dondurmamızdan yedikten sonra gündüz ayırttığımız minimal
dekorlu
taverna Melitini'ye doğru yol alıyoruz.
Melitini: Melitini gördüğümüz ve bulunduğumuz
diğer tavernalardan çok farklı. Menüsünde çok
seçenek yok, seçenekte yer
alanlar da porsiyon olarak küçük tabaklarda geliyor. Yine de gelen
yemekler çok
lezzetli ve görünümünün aksine çok doyurucu. Dekoru sade ama belirli bir
konsepte
sahip. Öncelikle fava, peynir tabağı ve küçük
bir alüminyum sürahide ikram edilen beyaz şarabından
söylüyoruz. Sonra da
birkaç deniz ürünü. Özellikle de sirke soslu ahtapotunu çok seviyoruz. Ayrıca
belirtmem gerek ki, eğer "Donkey Bira" denemek isterseniz (üçlü
oluyor yellow-az alkollü, kırmızı-
orta alkollü ve en büyük olan gri-crazy
donkey) burada bulabilirsiniz. Bir de mümkünse aşağı katta
bir yer ayırtın
çünkü teras katı epey bir esiyor.
Firostefani - Kıyıda Sıralanmış Restoranlar
Yamaçta yer alan bir başka bölgeye;
Fira'nın güneyine, Firostefani'ye geliyoruz. Burada farklı
gecelerde iki ayrı
restoran deniyoruz ve çok memnun kalıyoruz.
Mama Thira: Hem kapalı, hem de terasta açık alana
sahip, lezzetli mezeler bulabileceğiniz çok
güzel bir lokanta. Sadece meze-ouzo
keyfi istediğimiz için, menüden seçim yaparken bu doğrultuda
hareket ediyoruz.
İsmini hatırlamadığım mantarlı peynirli yemeğinden, marmelat soslu peynir
toplarından ve ahtapotundan oldukça memnun olarak buradan ayrılıyoruz. Tabii
ayrılmadan önce de
biraz yamaç kenarında manzaranın keyfini çıkarıyoruz.
Aktaion: Rezervasyon yaptırarak gidilmesi gereken
mekanlardan biri. Ayrıca Santorini'de en keyif
aldığımız taverna. Hem
yemeklerinin lezzeti, hem de mekanın atmosferi bizi çok tatmin ediyor.
Burası
1922'de kurulmuş bir aile işlemesi. Zaten duvardaki resimlerden ve
kartpostallarından da
hikayesini anlıyorsunuz. Daima kalabalık olduğundan;
istediğiniz masayı rezerve ettirirken hangi
masayı istediğinizi belirtmeniz de
fayda var. Biz yarım ay şeklindeki balkonunu çok sevdik ama
içerisinin de çok
samimi ve tarihi bir havası var.
Tatlı soslu, bademli cholori peynirli
başlangıcından ve favasından yiyoruz. Ouzolu ve sütlü
ahtapotundan da
istiyoruz. Bir de Greek Salad diye geçen çoban salatasına benzeyen ama buna
ilave
olarak peynir ve capari içeren bir salata yiyoruz. Üstüne de dondurmalı
mus tatlısından... Burası
şüphesiz menüde yer alan tatlarıyla ve atmosferiyle
en çok kalbimizi kazanan taverna oluyor.
Muhteşem bir gün batımı ve lezzetli kokteyllerin adresi: Katharos Lounge
Rakılı kokteyllerine bayıldığım, gün
batımının en yakından görüldüğü, kayalıklar arasına gizlenmiş
çok özel bir yer
Katharos Lounge. Arkadaşımın tavsiyesi üzerine motorumuza atlıyoruz ve gizli
kalmış bu cennetvari mekanı keşfe gidiyoruz.
Gitmişken, yamaca gizlenmiş
merdivenlerden inip bakir deniz kenarına da inebilirsiniz Ama plaj,
şezlong,
şemsiye beklemeyin... Ayrıca deniz dalgalarının sesi eşliğinde, bar kısmında
oturup "böyle
bir gün batımı daha önce görmedim" diyebileceğiniz
anlar yaşayabilirsiniz. Pineapple Rakini,
Orange Rakomelo Cocktail
kokteyllerini turuncu bir gün batımı eşliğinde içmenizi tavsiye ederim.
Her
ikisi de rakı ile yapılıyor.
Bir gün önceki gün batımını Santa Maria
Kilisesi yanında karşılarken (bir tek biz vardık, etraf
sakindi ve güneş
karşımızda git gide yitiyordu), bir diğer günde bu mekanda kokteyller eşliğinde
karşılıyoruz derin turuncuyu. Şunu anlıyorum; gerçekten de hayatımda gördüğüm
en güzel gün
batımları burada, Santorini'de!
Motorun üzerinden geçerken sayısız üzüm
bağlarına, zeytin ağaçlarına, oradan oraya koşan
köpeklere ve motorla yanımızdan
geçen insanlara bakıyorum. Santorini'deyim, rüzgar arkamızda,
güneş batıda ve
volkanik dağlar solumuzda kalıyor. Gördüğüm görüntüleri kaydetmeye çalışıyorum
kafama. Hepsi birer fotoğraf gibi, her kare huzur dolu. Bir kısmı siliniyor,
bir kısmı da asla
gitmeyecek şekilde gözümün önünde yerlerini alıyor. Zeytin
ağaçları kusursuz ve milliyetsiz
duruyor. Hakkında "bize mi
"onlara" mı ait acaba?" diye tartışarak yılları geçirdiğimiz
kahveden,
rakıdan, baklavadan ve cacıktan daha gerçekler. Tatları yok, ırkları
yok, isimleri yok. Yalnızca
zeytin ağacı hepsi. Aralarında fısıltı ile
konuşuyor gibiler, rüzgar da onlara eşlik ediyor.
Son gece motor üzerinde yol alırken, bu
adayı çok özleyeceğimi düşünüyorum ve biraz
hüzünleniyorum. Kafamda şu sözler
belirmeye başlıyor: "Gün olur, alır
başımı giderim, denizden
yeni çıkmış ağların kokusunda. Şu ada senin, bu ada
benim, yelkovan kuşlarının peşi sıra"...